MÜZİKTE ÜTOPYA

MÜZİKTE ÜTOPYA

Ortada bir tencere, boş mu dolu mu bilen yok…
Her kültürün, dolayısıyla o kültürün yetiştirdiği zihnin, kendi değerlerinin ya da korkularının ürettiği ütopyaları ya da distopyaları var. Ütopya var olduğumuz andan daha uzak bir noktayı işaret eder. Bu nokta gelecekte veya geçmişte olabilir. Yakın çağlarda yazılmış ütopya örnekleri genelde gelecekte var olması öngörülen mekân ve zamanlara aittir. Bu yüzden ütopya geleceğe dair bir kavram olarak genel kabul görür. Fakat geçmişte var olduğu anlatılan “yüksek mekânlar” bir ütopya olarak pek çok kültürün mitolojisinde karşımıza çıkar. Örneğin Güney Amerika kültürlerindeki “altın şehir” (Eldorado) efsaneleri, Platon’un Timaios’da bahsettiği Atlantis gibi… Zaman ve mekândan bağımsız örnekler de vardır; Yunan mitolojisindeki Olympos ve Hades ülkesi veya dinlerdeki Cennet ve Cehennem, mekân ve kavram olarak ütopya ve distopya örnekleridir. Ütopyanın anlamı olan -yok yer-’in uzamı, ‘yok zaman’ı da kapsar, zaman muğlaktır. Ütopyadaki zamansal ve mekânsal belirsizliğe karşın, bugünlerde geleceğe dair öngörüler kabaca zaman da vererek bir distopyayı işaret ediyor. Hatta halk arasında ütopya kelimesi gerçekleşmesi imkânsız gelecek kurguları için bir sıfat olarak (ütopik) kullanılmakta. Yani fiili dünyada ütopya artık baştan bir sıfır yeniktir. Dünyada insan nüfusunun artması, çölleşme, küresel ısınma vs. derken insanlık yavaş yavaş Hades’e doğru ilerliyor. Bu distopyadan mitolojide hiçbir canlının sağ çıkması mümkün olmamış. Hades’e inip geri dönebilen bir kahraman dahi yok; Grek mitolojisindeki Orpheus ve Acem diyarındaki benzeri Tammuz dışında. İki kahraman da müzik yetenekleri sayesinde yeraltı tanrısının kalbini yumuşatıp geri dönüş biletlerini alırlar. Bu iki kahraman, müziğin, insanlık için ütopyaları gerçekleştirmeye yardım eden önemli bir araç olduğunu kulağımıza fısıldamaktadır.

Peki, müzik bunu nasıl yapar?

Müziğin kulağımıza dokunarak yarattığı hissiyat ve zihin görüler, diğer duyu organlarımızdan gelen pek çok algısal veriden daha güçlü bir şekilde benliğimizde canlanır. Bir iletişim aracı olduğu kadar, toplumun yazısız tarih hafızası olarak da müziğin önemi büyüktür. Yazı, konuşmaya kıyasla on binlerce yıl sonra geliştiğine göre, insanoğlu geleceğe dair umutlarını, tasvirlerini ilk şarkılarla anlatmıştır. Ütopyalar çok yüksek ihtimal; ilk olarak ozanların şarkılarında hayat buldular.Fakat tarihe ‘ütopya’ adıyla geçen ilk eser, Katolik bir din adamı olan Thomas More’un 1516’da yazdığı kitabıdır. More burada yaşadığı dönemde gözlemlediği ve kendisinin de kurbanı olduğu haksızlıklara ve topluma yönelik eleştirilerine karşılık önerdiği çözüm önerilerini, “Utopia” adını verdiği bir ülke üzerinden anlatır.

Müzikte Ütopya Gong www.umutserkanozkaMore’dan sonra da sanatın her dalında pek çok ütopya ve distopya kurgulandı. En ilginç örneklerini de geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında, İkinci Dünya Savaşı sonrası ikinci kuşağın (hippiler) anlam dünyasından çıkan Pyschedelic Rock ve Progressive Rock gruplarında görmekteyiz. 1960’lı ve 1970’li yıllara denk gelen bu dönemde dünyada politik kutuplaşma mevcuttu. İktidarlar, karşı tarafın baş aktör olduğu distopyalarla toplumu korku üzerinden yönetiyordu. Yeni bir nükleer savaş korkusu, kapitalist dönüşümün sancıları derken tam bu dönemde filozoflar, sanatçılar ve gençler (çiçek çocuklar) barışçıl ütopyalar hayal ettiler. Bunda uzay teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin de etkisi büyüktü tabii. Ayın yüzeyine inildiği ve gezegenlerde koloniler kurma hayallerinin kurulduğu bir çağa giriyorduk artık.

Ütopyalara yazılan şarkılar o zamanın dünyasından bir kaçış gibi gözükse de altında olup bitenlere bir tepki yatmakta idi. Bu kaçışa yardım eden halüsinojen maddelerin de etkisiyle bazen “Gökyüzüne Merdivenler”[1] inşa edildi, bazen ise yaklaşan “Kova Çağı”ndan[2] medet umuldu.

Batı Avrupa’da ütopyalar bazı müzik gruplarını çok daha derinden etkiledi. Fransız grup “Magma”, kurucusu baterist Christian Vander’in kurguladığı ütopyayı 1970 tarihinde bir müzik albümü olarak yayınladı. Albümde evrenin bir köşesinde yer alan Kobaia gezegenindeki yaşamı anlatırlar. Şarkılar grubun kendilerinin var ettiği Kobaia dilindedir. Kanımca kulağa Fransız aksanlı Almanca gibi gelen bu dil ile müziğin anlatımı desteklenmiş. Albümün 1. yüzünde Kobaia’nın nasıl kurulduğu ve oradaki yaşam anlatılmış. 2. yüzünde ise gezegende geçen heyecanlı bir hikâye bekler dinleyicileri. Dünya’dan yola çıkan ve uzayda kaybolmuş bir uzay gemisi, tesadüfen Kobaia gezegenine yaklaşır. Kobaia’lılar tarafından kurtarılan gemi mürettebatı, karşılaştıkları bu üstün medeniyet karşısında çok şaşırırlar. Uzun uğraşlar sonucu Kobaia’lılardan oluşan bir ekibi Dünya’ya gidip eğitim vermek konusunda ikna ederler.[3]

Grup bu albüm ile yakaladığı başarıdan sonra diğer albümlerinde de Kobaia ütopyasını anlatmaya devam eder. Dünyaya gelen öncü Kobaia’lı ekip burada politikacılara sözünü dinletemez ve hapsedilir. 1973 tarihli albümleri “Mekanik” pek çok müzik yazarı tarafından Progressive Rock’ın en iyi albümlerinden biri olarak gösterilir.

Aynı dönemde gitarist Daevid Allen liderliğindeki “Gong” grubu, benzer bir ütopya anlatımını bu sefer sözlerine de yansıtmıştır. 1973 tarihli “The Flying Teapot” albümünde, The Gong Planet adlı bir gezegenden gelen küçük yeşil uzaylılar bizlere aşkı telepati ile anlatırlar. Zihin okur ve bize bir şekilde gülmeyi öğretirler. Sonrasında gelen 3 albüm bu gezegen ve sakinleri ile ilişkilidir. 2009’da çıkan albümleri “2032” ile bu kez gezegenin geleceğinden bahsederler.[4]

Bu ruhun Türkiye’ye yansıması da hiç gecikmedi. Batı’dan Nepal ve Hindistan’a doğru yapılan mistik yolculukların bir durağı da İstanbul’du. Yolcular ve ülkemizdeki akranları tanışıyor ve birbirlerinin müziklerini ve kültürlerini öğreniyorlardı. Bu sayede müzisyenlerimiz artık Anadolu’ya ait müzikal temaları işleyip, batı müziği formları ile kaynaştırıyordu. Yeni ve çok ses getiren örnekleri üretmeye başladılar.

Barış Manço’nun şarkılarından “2023” ve “Halil İbrahim Sofrası” ütopyaya iki örnek olabilir. 1974/1975 yılları arasında kaydedilen 2023 şarkısı o tarihten yaklaşık 50 yıl sonrası için yazılmıştı.

MÜZİKTE ÜTOPYA barış mançoŞarkının kahramanı, Anadolu’nun topraklarından doğan ‘Kayaların oğlu’dur. 1923’de doğar. Toprak ana ile Kaya babanın oğludur. Kuzeyden esen rüzgârlarla dağılmış, güneyden gelen kavurucu sıcaklarla susuz kalmış toprakları birleştirir ve yeşertir. 2023’de ise kök salmış olarak yeniden uyanır ve çevresinde yetişmiş asırlık çınarların arasına katılır. Doğu’dan esen seher yelini ardına alıp yeni bir ‘kayaların oğlu’nun doğuşunu seyre koyulur.

Bu şarkıda Barış Manço Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına atıf yapar. Kullandığı metaforlar ile Türkiye’nin 100 yıl sonra nasıl bir politika izleyebileceğine dair fikir verir.

Diğer şarkı “Halil İbrahim Sofrası” ise mikro bir konu üzerinden ütopyayı arar. 3 büyük dinin de kökenindeki isim olan İbrahim peygambere atfedilen bir sofradır bu. Herkesin nasibine düşen ile doyduğu, herkesin buyur edildiği, hatta sofraya bir misafir gelene kadar yemeğin başlamadığı bereketli bir sofradır. Bu sofranın ahlâk anlayışı ve ritüelleri, Thomas More’un Utopialılar’ının sofrasına benzer. Herkes ihtiyacına göre adil pay alır, gençler önce, yaşlılar daha sonra yer. Sofrada sohbet de olur. Büyükler küçükleri dinler, öğütler verir. Sofradakiler israftan kaçınır.

Manço tıpkı Utopialılar gibi “alnı açık, gözü toklar’ı baş köşeye çağırır. Aklı, vicdanı bir kenara koyup, körü körüne kula kulluk edenlere rahat etmeyecekleri taş döşekleri uygun görür. Manastır yaşamına hayranlık duyan katolik rahip More gibi, Barış Manço da nefsine hâkim olanların itibarlı olacağını söylemiştir. Bize ütopyadan seslenir; paraya, pula, ihtişama değil, akla itibar vardır. İçi boş insanların bu sofrada yeri yoktur. Dinleyiciye öğütler verirken pratik yaşamdan dem vurur; “Kimi tatlı peşinde, kimininse tuzu yok”, bu eşitsizliğe Halil İbrahim sofrasında izin verilmez.

Geçmişte ütopyalar politik kurgular üzerinden saf umutlara tutunuyordu. Günümüzde ise ütopyalar, bilim kurgu ve fantastik senaryolarla sırlanmış bir ‘kara ayna’dan[5], ticari ve politik koşullanmaları ruhumuza gülümseyerek zerk ediyor. Bu yüzden Manço’nun ütopyasında olduğu gibi; İnsan, yaşama dair akıl ile verebileceği cevapları ararken, bilinmezliğe ve kuşkuya da pay bırakmalı. “Ortada bir tencere, boş mu dolu mu bilen yok…”

Dipnotlar:

[1] “Stairway to Heaven” Led Zeppelin 1971 https://youtu.be/B8L0wQAwIOI

[2] “Age of Aquarius” The 5th Dimension 1969 https://youtu.be/kjxSCAalsBE

[3] The World of Magma by Peter Thelen http://www.furious.com/perfect/magma.html

[4] www.planetgong.co.uk/archives/gong-history

[5] Black Mirror / TV dizisi Netflix 2011

2 Comments

  • Gökhan Demir

    Serkancim süper bir yazı olmuş kalbine fikrine eline saglik.
    Müzikte utopyanin Kayaların Oğlu 2023, Halil İbrahim Sofrasına gitmesine çok sevindim.🙃
    Anlaşılan köy sandığı açılmış tekrardan
    Çocukluğumuzda ki Barış Manço programınin mottosunu hatırladım.
    Langırt köy sandığı 😊😊😊

    • uso

      Gökhan’cım ne güzel hatırlattın “Langırt ! Köy sandığına” O zamanlar kullanılan bir tabirdi.
      beğendiğimiz bir şeyi herkesin kullanımı için isteyince el koyunca vb kullanırdık bu deyimi sanırım.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir